Bu Yurdun Kutsal Yerleri

Bu Yurdun Kutsal Yerleri Bugün “Türkiye” dediğimiz yeri On Birinci Yüzyılda başlayan savaşlarla Rumlar’dan ve onlara tâbi Ermeni ve Gürcüler’den aldığımızı artık herkes biliyor. Bu topraklar yıllarca süren hücumlarla ele geçirilmiş, sonra yine yıllarca süren savunmalarla korunmuş olduğu için üzerinde oluk gibi kan akıtılmış ülke olarak şüphesiz her karışı ile kutlu sayılabilir. Ancak, milletlerin hâtıralarında bazı savaşlar ve bu […] TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI

Bu Yurdun Kutsal Yerleri

 Hüseyin Nihâl ATSIZ 

Bugün “Türkiye” dediğimiz yeri On Birinci Yüzyılda başlayan savaşlarla Rumlar’dan ve onlara tâbi Ermeni ve Gürcüler’den aldığımızı artık herkes biliyor.

Bu topraklar yıllarca süren hücumlarla ele geçirilmiş, sonra yine yıllarca süren savunmalarla korunmuş olduğu için üzerinde oluk gibi kan akıtılmış ülke olarak şüphesiz her karışı ile kutlu sayılabilir. Ancak, milletlerin hâtıralarında bazı savaşlar ve bu savaşlara başbuğluk etmiş kahramanlar vardır ki onların vuruştuğu, öldüğü, öldürdüğü yerler “millet olmak inancı”nın sembolü haline gelir ve kutsallaşır.

Geçmiş zamanın yâdı yani tarih, milletin hafızasıdır. Hafızasını kaybetmiş insan yaşıyor sayılmadığı gibi hafızasız millete de millet denilemez.

Önümüzdeki Ağustos’un 26’sında Malazgirt Savaşı’nın 900. yıl dönümü kutlanacak, kıyasıya süren Türk-Rum savaşlarının ikinci büyük vuruşması olan (birincisi 1048 Pasin savaşıdır) Malazgirt yâd edilecek, Alp Arslan için, Malazgirt’in şehitleri ve gazileri için anıt dikilecektir.

Malazgirt, dikmekle görevli olduğumuz büyük anıtlardan yalnız biri, Alp Arslan da anmakla şeref duyacağımız yurt kuruculardan yalnız birisidir. Fırsat ve imkân bulunca hepsini anıp anıtlarını dikmek, hatta Anadolu’nun yabancı köklü ad taşıyan şehirlerine Türk fatihlerinin adlarını vermek millî şuurun şahlanacağı zaman ilk düşünülecek şeylerden biri olacaktır. Zarar yok, ansiklopedilerin bazı maddeleri değişsin, varsın yabancılar biraz bocalasın. Biz “Bursa’ya “Orhankent” yahut “Orhanbalık”; “Edirne’ye “Muratkent” yahut “Muratbalık” diyelim de, bu topraklarda maddeden isme kadar her şeyi Türk yapalım da dünya ne derse desin. Vaktiyle “Keşiş Dağı’nı nasıl “Uludağ” yaptıksa, “Ayastafanos” nasıl “Yeşilköy” oldu ve herkes buna alıştıysa günü gelince bütün büyük küçük şehir adları da Türkleşecek ve millî şuurun gereği yerine getirilecektir.

Bugün Anadolu’da Aydın, Bayındır, Ödemiş, Çorum, Kınık, Karaman, Elmalı, Söğüt, Akseki, Turgutlu, Kula, Denizli, Demirci, Dursunbey, Bozkır, Bozdoğan, Yatağan, Kırşehir, Akşehir, Beyşehir, Suşehri, Taşköprü, Eskişehir, Yenişehir, Karaağaç vesaire gibi; Yeşilırmak, Kızılırmak, Göksu gibi ırmak adlarının yanında Türkçe olmayan yüzlerce şehir ve ırmak adlarını Türkçeleştirerek burada yabanın izini bırakmamak yarınki Türkler’in dikkate alacağı büyük işlerden biri olacaktır. Şehirlerimize fatihlerinin adları verilecek; bu fatihlerin, önünde heybetli geçit resimlerinin yapılacağı heykeller ve anıtlar dikilecek, millet onları gördükçe nerden gelip nereye gittiğini kavrayarak aklını başına toplayacak, millî benliğine daha sıkı sarılacaktır.

İnsanlar gördüklerinin ve işittiklerinin tesirinde kalırlar. Propaganda budur. Bugün Türkiye’de bir kısım sefele güruhu tarafından yapılan iğrenç hareketler yıllardır süregelen vatan hainleri propagandasının yeşeren zakkumlarıdır. Gençliğe hitap edenler bu aşağılık yazarlar, profesörler, öğretmenler, romancılar, piyesçiler olmayıp da yurtseverler olsaydı millî manzara büsbütün başka olacaktı.

Bizi bu satırları yazmaya sürükleyen sebep bir gazetede okuduğumuz hem gülünç, hem öfkelendirici bir haber oldu. Milliyet gazetesinin 2 ve 3 Mayıs tarihli nüshalarında, meşhur Kasım Gülek’e ait bir röportaj mı, haber mi, neyse, bir yazının bahsettiği teşebbüsü yarın için tehlikeli gördüğümüzden ilgilileri uyarmak istedik. Haber şu:

Kasım Gülek adındaki eski bakan, Roma’da bulunduğu sırada Papa kendisini görüşmeye çağırıp Tarsus hakkında bilgi almış. Kasım Gülek de Tarsus’ta bir Saint-Paul kuyusu, Saint-Paul kilisesi yıkıntısı ve aynı adamın oturduğu söylenen ev olduğunu bildirerek bunlar hakkında açıklamalar yapmış. İsa’nın 12 arkadaşından biri olan Paul, daha doğrusu Paulus hakkındaki bu bilgiden çok sevinen Papa, Tarsus’u Hıristiyanlığın bir numaralı kutsal şehrî ilân etmeye karar vermiş. Böylece Hıristiyanların oraya giderek hacı olmalarını sağlayacakmış. Paulus ile hemşehri olan Kasım Gülek de Tarsus’ta derhal bir “Saint-Paul Derneği” kurmuş. Kuyunun çevresi açılacak, kilise ve ev yıkıntıları onarılacakmış. Böylece de..

Acaba Kasım Gülek bunları el âlemi güldürerek Tarsus köylerini dolaşmış, binlerce köylünün elini sıkarak oy toplamaya çalışarak gazetelere sermaye olmuştu. Fakat bu son hareketinde güldürücülük değil, burukluk seziliyor. Saint-Paul kuyusunun suyunu şişelere doldurup Hıristiyanlara satacağından ve döviz sağlayacağından bahsetmesine rağmen teşebbüs düşündürücü olmaktan kurtulamıyor. Çünkü:

Bu eğri düşünceyle hareket olunduğu takdirde bütün Anadolu, bütün Türkiye’yi Hıristiyanlığın kutsal toprağı haline getirmek mümkün olabilir. Zira biz bu toprakları Hıristiyanlardan aldık. Bizden önce yüzyıllarca Hıristiyanlığın yaşadığı bu ülkenin her şehrinde onlara ait bir hâtıra bulunabilir. Bu şehirlerin, dağların, kayaların Türkler’e ve fethe ait hâtıralarını canlandırmak dururken daha eski çağını, yabancılara ait hâtıraları yaşatmaya çalışmanın mânâsı nedir? Yeniden bir Makamât-ı Mukaddese gailesi mi çıkarmak istiyoruz?

Kasım Gülek’i kabul ederek onun gösteriş merakından faydalanıp aldatan şimdiki Papa’nın nasıl domuzuna bir Katolik olduğu, İstanbul’u ziyareti sırasında, Ayasofya’yı gezerken Türk kanunlarını hiçe sayıp bir oldu bittiye getirerek, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in gözleri önünde oracıkta diz çöküp ibadet etmesiyle ortaya çıkmıştı. Şimdi aynı Papa, yeryüzünde iş kalmamış gibi İsa’nın 12 Havarisinden Paulus’un doğduğu şehri, yani Türk Tarsus’u kutsal Hıristiyan şehri yapmak istiyor ve Kasım Gülek de buna alet oluyor.

Paulus denilen herif aslında Saul adında bir Yahudi’dir ve Romalı Paulus’u Hıristiyan yaptığı için bu adı alıp sonra Roma’da idam olunmuştu. Şimdi Türk Kasım Gülek, bu Yahudi’nin hâtırasını canlandırıp yaşatmak için Tarsus’ta dernek kuruyor, herifin adını taşıyan kuyunun çevresini açtırıyor, kilisesini restore ediyor ve marifet yaptım sanarak sırıtıyor.

Kasım Gülek birkaç fakülte bitirmiş, yarım düzine dil bilen eski bir bakandır. Demek ki bunca meziyet bile, bazen bir adamın sapıtmasına engel olamıyor.

Kasım Gülek, aklı başında ve millî şuurlu bir Türk olsaydı bu ne olduğu belirsiz Yahudi’nin kalıntılarını canlandırmak yerine Tarsus’u Türkler’e kazandıran fatihin hâtırasını anmayı düşünür, o yolda faaliyete geçerdi.

Tarsus, Anadolu fatihlerinden meşhur “Kutlamış”ın(1) oğlu olup Anadolu Selçuklularının ilki sayılan “Süleymanşah” tarafından 1082’de fetholunmuştur. Kasım Gülek bunu öğrensin ve cidden bu vatanın evlâdı ise şu Yahudi Paulus’u bırakarak 11 yıl sonra 900. yıl dönümü gelecek olan Tarsus fethi için şimdiden bir dernek kursun. Turizm Bakanlığı, Tarih Kurumu, Selçuklu Tarihi Enstitüsü gibi kuruluşların da yardımını sağlayarak Tarsus’a büyük bir anıt kazandırsın. Tarsus imar olunsun. Maksat turistlere bir şey göstermekse onlara Paulus Yahudisinin kim bilir hangi basillerle dolu kuyusu değil, Türk kahramanı Süleymanşah’ın anıtı gösterilsin.

Bir gafletle, sanki turistlere yalnız Hıristiyan eserleri göstermek gerekirmiş gibi hep Hıristiyanlıktan kalma eserlerin onarılmasına milyonlar harcadılar.

Bir Yahudi karısı olan ve babasız çocuk doğurmakla tarihte ün yapmış olan Mukaddes Bakire Meryem’in asla uğramamış olduğu Efes’teki bir kiliseyi onun adına izafe ederek turistik hale getirdiler. Papalık bunu da sevinçle kabul etti. Noel Baba diye ne olduğu belirsiz bir herif adına Antalya’da bir makam ihdas ettiler. Birçok yerlerde gizli kalmış kiliseler ortaya çıkarılarak onarıldı.

Bunlar yerine Selçuklulardan kalıp harap olmaya yüz tutmuş sanat nefîseleri onarılabilir ve turistlere bu eserler gösterilebilirdi. Bundan başka Türkiye’ye turist diye gelenlerin çoğu tarih ve arkeoloji için değil, dinlenmek ve denizden faydalanmak için gelmektedir.

Döviz sağlamak arzu olunur bir şeydir ama bunun için Türkiye’yi Hıristiyanlığın kutsal şehirleri ve makamları manzumesi haline sokmaya lüzum yoktur. Bu, millî bir cinayet ve Anadolu’da Bizans’ı diriltmek isteyen Yunanlılar’ın eline koz vermek olur.

Yalnız döviz sağlamak gibi maddeci bir düşünceyle hareket ettikten sonra Ayasofya’yı kilise yapmak bize milyarlar, milletçe Hıristiyan olmak ise trilyonlar kazandırır.

Hükümetin dernekler için yeni bir kanun hazırlamakta olduğunu işitiyoruz. Umarız ki bu yeni kanunla millî çıkarlara aykırı düşen dernekler kapatılır ve insanlar gülünç ve zararlı olmaktan kurtarılır.

Tarsus gibi yiğit Yörükler’in şehrinde kapkaranlık bir adam olan Papa’nın hatırı için mütereddi bir Yahudî olan Paulus’un adına kilise döküntülerini onarmak gibi millî ruhu incitecek davranışlardan sakınılır ve dünyada “ciddiyet” denen bir nesnenin mevcut olduğu hatırlanır.

Ötüken, 1971, Sayı: 90

(1) “Kulmuş” yahut “Kutalmış” değil, “Kutlamış”tır. Buna benzeyen diğer isimler Sülemiş, Beklemiş ve Ağlamış adlarındaki beylere aittir.

TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI